“Hayatımı yeniden yaşayabilseydim eğer;
Hastayken yatağa girer dinlenirdim.
Ben olmadığım zaman her şey kötüye gidecek diye düşünmezdim..
Gül şeklindeki pembe mumu saklamaz yakardım..
Daha az konuşur, ama daha çok dinlerdim..
Yerler kirlense, masa örtüm lekelense bile daha çok arkadaşımı akşam yemeğine davet ederdim..
Oturma odasında TV seyrederken, patlamış mısır yer, yerler leke olacak diye korkmazdım..
Bana gençliğini anlatmaya çalışan dedeme daha çok vakit ayırırdım..
Kocamın sorumluluklarını daha çok paylaşırdım..
Saçım bozulmasın diye, arabanın camının açılmasını önlemezdim..
Eteğimin lekelenmesine aldırmadan çimlere otururdum..
TV seyrederken daha az, hayata bakarken daha çok ağlar ve gülerdim..
Ömür boyu garantilidir denilen hiçbir şeyi satın almazdım..
Hamileliğimin bir an önce sona erip, doğum yapmayı dilemek yerine, hamile olduğum her anın tadını çıkarır ve içimde bir canlı yaratmanın ne kadar harika olduğunu fark ederdim.. Bu o kadar nadir bir olay ki.. Mucize gibi bir şey..
Çocuklarım beni öpmek istediklerinde, asla “Önce git ellerini yüzünü yıka” demezdim..
Onlara daha çok “seni seviyorum”, ondan da daha çok “özür dilerim” derdim..
Ama başka bir hayat verilseydi en çok yapacağım şey; her dakikasını değerlendirmek olurdu..
Dikkatle bak.. Gerçekten gör.. Yaşa.. Vazgeçme..
Küçük şeyler için şikayet etmekten vazgeç..
Bana benzemeyenler, benden daha çok şeye sahip olanlar ve kimin ne yaptığı beni ilgilendirmezdi..
Bunun yerine, ilişkilerimi güçlendirmeye çalışırdım..
Sahip olduğunuz ruhsal, fiziksel ve duygusal her şey için şükredin..
Tek bir hayatınız var ve bir gün sona eriyor..
Umarım her gününüzü değerlendirirsiniz..”
*1996 yılında kanserden hayatını kaybeden Amerikalı yazar Erma Bombeck‘in ölmeden kısa süre önce yazdığı yazı.
Erma Bombeck, hayata karşı azimli bakış açısı ve yazdığı komik yazılarla ünlüydü. Hiç de keyifli bir hayatı yoktu aslında; erken yaşta babasını kaybetmiş, fakirlik içinde büyümüş, göğüs kanseri olmuş, hayatı boyunca da böbrek hastalığıyla uğraşmıştı.
20 yaşındayken polikistik böbrek hastalığı (tedavisi olmayan bir genetik hastalık) teşhisi kondu, günlük diyalize girdi. Yıllarca böbrek nakli için bekledi, bir gün bir böbreğinin alınması gerekti ve kalan böbrek işlevini yitirdi. 3 Nisan 1996’da böbrek nakli oldu. 22 Nisan 1996’da 69 yaşında, ameliyatın komplikasyonlarından öldü.
Ama o, hiçbir zaman “hayatını vücudunun yönetmesine” izin vermedi. Çalıştı, çabaladı; gazeteci oldu; evlendi, anne oldu. İşsiz kaldığı zamanlarda bile umudunu kaybetmedi. Bir gazetenin küçük bir köşesinde günlük hayat, annelik gibi konular üzerine yazılar yazmaya başladı. Tatlı ve esprili dili sayesinde yazıları, çok kısa sürede dikkat çekti ve sonrasında birçok dergide yayınlandı. Onun yazılarında yer verdiği evlilik, annelik ve hayat üzerine sözleri geniş kitleler tarafından beğeniyle takip edildi.